This article was originally published on HBR Türkiye, in May 2021. View English version here.
‘Ceteris Paribus’, yani ‘diğer bütün şartlar sabit kalmak üzere’.
Ekonomide çok kullanılan varsayımlardan birisi. Ben bu döneme kadar bu varsayımı hep sorgulamıştım. Hayatta bütün her şeyin sabit kalıp, sadece ‘bir’ şeyin değiştiğini gördünüz mü? Çevre, kültür, duygularımız, sosyal hayat, ekonomi ne zaman aynı kaldı ki?
Ama içinde bulunduğumuz dönem, gündelik hayatımızı çoğumuz için ‘Ceteris Paribus’ haline getirdi. Yani, aylardır evden çalışıyoruz, aynı masada kahvaltı edip, sonra aynı masada toplantı yapıyoruz. Hatta evde 3 koltuk olsa da gidip aynı koltukta oturuyoruz… Bir rutinin içinde yaşıyoruz. Her günümüz birbiriyle neredeyse aynı. Rutin derken, iş yaşantımızda önceden de rutinlerimiz vardı. Fakat bu rutinlerin içerisinde çalışma arkadaşlarımız, yeni tanıştığımız insanlar veya ailemiz vardı. Şimdi onlarla görüşmelerimiz kısıtlı, hatta belki de sadece teknoloji sayesinde ekran karşısında görüşüyoruz. Önceden belki aynı yolu kullanıp işimize ulaşıyorduk veya her sabah aynı spor salonuna gidiyorduk fakat hayatımızda çeşitlilik vardı. Bu çeşitliliği kendi tercihlerimize göre şekillendiriyorduk. Kendi isteğimize göre rutinlerimizi bile farklılaştırabiliyorduk.
Bu bana en çok etkilendiğim filmlerden birisini hatırlattı: ‘Groundhog Day – Bugün Aslında Dündü (1993)’. Filmde Bill Murray her sabah aynı güne uyanır. Önceleri bundan keyif alır, sevdiği kadını (Andie MacDowell) etkilemek için bir oyun olarak görür. Aynı güne uyanmak kolayına gelir. Hayatında yanlış giden olaylara, ertesi gün aynı anları yaşarken müdahale etme şansı olur. O da bu müdahalelerle hayatını ‘mükemmel’ hale getirmeye çalışır. Bu süreçte rutin aslında işine gelir. Fakat çok kısa zamanda her gün aynı şeyleri yaşadığı için depresyona girer. Ta ki, yaşadığı olaylar aynı olmasına rağmen, bakış açısını farklılaştırdığında ne kadar çok şeyin değiştiğini keşfedene kadar. Bu bir kırılma noktasıdır onun için. Filmi izlemeyenler olabilir düşüncesi ile daha detay paylaşmıyorum.
Film, bakış açımızı olumluya çevirdiğimizde hem kendimize hem de etrafımızdaki insanlara faydalı olabileceğimiz mesajını veriyor. Ve işte kahramanımız o zaman sevilen adam oluyor, karşısındaki kadından da sevgi görüyor.
Filmdeki gibi, çoğumuzun her sabah aynı güne uyandığı bu pandemi döneminde, hepimizin iniş çıkışlarının olması gayet normal. Aynı filmdeki gibi, hepimiz bildiğimiz bir hayatı yaşamayı hayal etmiyor muyduk? Trafikte sıkışıp kalmamayı, soğuk havalarda evden çalışıp hemen mutfaktan kahvemizi hazırlamayı, çocuklarımızla daha fazla vakit geçirmeyi... Hepimizin hayali değil miydi? Ama bu rutine girince bizim de hayatımız ‘Ceteris Paribus’ haline geldi, tıpkı filmdeki gibi.
Aylardır sıkıldığımız ev hayatı, sosyalleşme olmadan, paylaşmadan, seyahat etmeden geçen günler… Bu günler geçecek elbet. Ama belli ki bir süre daha önümüzde zorlu bir dönem var. Sabrımız tükendi, yorulduk, sıkıldık ve etraftan aldığımız haberler her gün daha da moralimizi bozuyor. Peki nasıl devam edeceğiz? Bana aşağıda saydıklarım iyi geldi.
Kendime mükemmel olmama izni verdim. Kurallarımı ve prensiplerimi esnettim.
Duygularımı bastırmaya değil, hissetmeye ve yönetmeye çalıştım. İnişleri, çıkışları, her türlü duyguyu hissetmek için kendime izin verdim. Yani kendime şefkat gösterdim.
Duygularımı yazdığım bir günlük tutmaya başladım. Ne zaman, nasıl hissettiğimi yazmak farkına varmamı ve yönetmemi kolaylaştırdı. Bunu bir hobiye çevirdim ve kendime bir web sitesi yaptım. Yazılarımı bu sitede yayınlıyorum.
Zihin, ruh ve beden sağlığımı korumak için sağlıklı beslenme, uyku düzeni ve spor aktivitelerime önem verdim. Yogaya karşı bir önyargım olduğunu fark ettim, bunun üzerine gittim.
Kitap tercihlerimi pozitif psikoloji ve mutluluk ile ilgili olanlardan yana kullandım.
Duygu ve düşüncelerimi şirketteki ekibimle, arkadaşlarımla, ailemle daha fazla paylaştım.
Beni psikolojik olarak aşağıya çeken kişiler ve konulardan uzaklaşmaya çalıştım.
Sanal da olsa sosyalleşme için özel zaman ayırdım. Her cuma öğleden sonra ekipçe ‘Kahve saatimiz’de sohbet ederek haftayı kapatmayı alışkanlık haline getirdik.
Aslında başlı başına pozitif psikolojiyi yansıtan bu maddeleri daha da uzatmak mümkün. Pozitif psikoloji, çözüme giden yolda olumsuzluklara değil, yaşamın anlamlı ve olumlu yönüne odaklanıyor. “Depresyondan nasıl çıkarım?” yerine “Nasıl daha mutlu olurum?” sorusunun cevabını arıyor. Bu aslında hayatın olumsuz yanlarını görmezden gelmek değil. Enerjimizi ve duygularımızı hayatın pozitif tarafına odaklamamız anlamına geliyor.
İşte ben de hayatın negatif yönlerini görmezden gelmiyorum. Ama rutinimi kabul ediyor, hayatımda müdahale edemediklerime odaklanmadan, etki alanıma yönleniyorum.
Pandemi döneminde diğer bütün koşullar sabitken pozitif psikoloji, filmde olduğu gibi bizim de hayatımızı değiştirir mi sizce? Bence kesinlikle evet.