This article was originally published on HBR Türkiye, in Jun 2021. View English version here.
Benim gibi 80’lerde yetiştiyseniz, o dönemde başarısızlık kelimesinin ne kadar korkutucu olduğunu hatırlarsınız. Günümüzde ise kuşak farklılıkları, çevik çalışma modelleri, dinamik iş dünyası gibi sebepler ile başarısızlık bir tabu olmaktan çıktı. Tam tersine, hatalarımızı ve başarısızlıklarımızı anlattığımız zirveler düzenliyoruz. Eskiden iş görüşmelerinde sorulduğunda başarısızlıklarımızı anlatmak istemezdik. Şimdi ise, liderler artık sıkılmadan başarısızlık hikayelerini anlatıyor. Hatta başarısızlık, iş hayatında hikayeleştirme için kullanılan en yaygın temalardan birisi haline geldi. İş hayatında yeri olmadığını düşündüğümüz kırılganlık, başarısızlık, öz şefkat gibi kavramlar artık gündemimizde. Bunlar bizi tamamlıyor, bizi biz yapıyor.
Mesela geçtiğimiz günlerde, Özyeğin Üniversitesi’nin Başarısızlık Zirvesi’nde yer aldım. Konuşmaya hazırlanırken uzun zamandır hatırlamadığım detayları ile hayatım, gözümün önünden geçti. Başarısızlıklarım ve hatalarım ile buluştum. O dönem beni çok üzen ve yoran anılarımla şefkatli, anlayışlı ve sakin birkaç saat geçirdim. Beni bu kadar başarısız hissettiren hikayelerimi bir gün paylaşacağımı söyleseler inanmazdım. Peki ne değişti de liderler başarısızlıklarından bu kadar rahat bahseder hale geldiler? Cevap çok net. Liderlik tanımı değişti, liderler ile ilişkilerimiz değişti. Eskiden buz dağının tepesinde otoriter tavırlarla komut veren lider, artık içimizden birisi. Onun da hayal kırıklıkları, başarısızlıkları, iniş çıkışları var. Yani o da insan.
Peki liderler şimdi ne noktada? Endişeleri, gel git ruh halleri ve şefkat ihtiyacı ile onlar da tüm insani halleri ile pandeminin ortasındalar. Üstelik duygularını yaşayarak tüketmeleri, aynı zamanda cesur bir lider olmaları gerekiyor. Çünkü güç dünyasında zayıflıklarınızı gösterebilmek, gerçek bir cesaret işi. Brene Brown’un “Dare to Lead” kitabı da bununla ilgili. “Liderlik Etmeye Cesaret Etmek” olarak Türkçeye çevrilen kitap, “Vulnerability” kavramından yola çıkıyor. Bu kavram, Türkçeye kırılganlık, yaralanmaya açıklık, incinebilirlik, savunmasızlık şeklinde çevriliyor. Brown’a göre, savunmasız olmayı göze almak, cesur bir lider olmak için ön koşul. Lider, başarısızlıklarını, duygu iniş çıkışlarını, yaralanmalarını saklamadan, cesaretle gösterebilmeli. Böylelikle, ekibi ile bağ kurabilir, sahicilik, güven ve şefkat üzerine kurulu bir kültür yaratabilir.
Özellikle pandemi döneminde, çoğumuz uzaktan çalışırken, çeşitli kaygı ve endişeler ile boğuşurken ihtiyacımız olan tam da bu değil mi? Sahicilik, güven ve şefkat. Buna sadece ekiplerin ihtiyacı yok, liderin de ihtiyacı var. Yani bu karşılıklı bir alışveriş ve enerji dengesi.
Peki lider kendini, kırılganlıklarını masanın üzerine serip, aynı zamanda da ekibine nasıl yol gösterecek, motive edecek ve ilham verecek?
Devletlerin, partilerin ve tüm büyük kuruluşların, enerji ve umut verecek, doğru yolu gösterecek liderlere ihtiyacı var. Bu nedenle cesaretli lideri, sadece empati kurma yeteneği ve duyguları paylaşabilme ile ilişkilendirmek eksik kalıyor. Cesarete iki açıdan bakabiliriz. Birincisi kırılganlıklarını kabul edecek ve hataları için özür dileyecek cesarette olmak. Yani egoya yenilmeden, kendine ve karşındakine şefkat gösterebilmek.
İkincisi ise kitleleri sürükleyebilecek, vizyon ve ilham verecek, kriz zamanlarında zor olsa da riskli kararlar alabilecek cesareti gösterebilmek. İnisiyatif ve sorumluluk alan, kendine güvenen, harekete geçen, meraklı, olayları ve değişimleri başlatan, kendini ortaya koyabilen bir lider olmak.
Bunları yazmak kadar yapmak da kolay olsa keşke… Her iki tarz cesareti birleştirebilmek ve dengeleyebilmek belki de en zoru. Bu iki tarzı arketipler üzerinden de inceleyebiliriz. Sağ beyin ile yönetilen dişil enerji dediğimizde empati, duygusallık, anlayış ve özveri aklımıza geliyor. Eril enerji ise daha çok harekete geçiren taraf olarak kabul ediliyor. Sonuç odaklı, kararlı, çok kolay hayır diyebilen ve riskli kararları alan birisinin, eril enerjisinin yüksek olduğundan bahsedebiliriz. Bu kadın ya da erkek olmak ile ilişkili değil. Her iki enerji de herkeste var ama hangisini yoğun kullandığınız sizin arketipinizi belirliyor. Dişil ve eril tarafını dengeleyebilen bir lider, her iki cesaret tarzını da içselleştirmiş demektir.
Demiştik ki lider de insan. Benim için de cesur lider, kitapta anlatıldığı gibi, kalbini dinleyen, sesini duyuran ve inandığının peşinden gidendir. Düşmekten korkmayan liderdir. Veya, düşüp düşüp yeniden ayağa kalkan liderdir. Hayal kırıklığından korkup, risk almayan bir lider nasıl cesur olur, kitleleri peşinden nasıl sürükler ki?